NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُوسَى بْنُ
إِسْمَعِيلَ
حَدَّثَنَا
حَمَّادٌ
أَخْبَرَنَا
عَطَاءُ بْنُ
السَّائِبِ
عَنْ مُرَّةَ
الْهَمْدَانِيِّ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
مَسْعُودٍ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
عَجِبَ
رَبُّنَا
عَزَّ
وَجَلَّ مِنْ
رَجُلٍ غَزَا
فِي سَبِيلِ
اللَّهِ
فَانْهَزَمَ
يَعْنِي
أَصْحَابَهُ
فَعَلِمَ مَا
عَلَيْهِ فَرَجَعَ
حَتَّى
أُهَرِيقَ
دَمُهُ
فَيَقُولُ اللَّهُ
تَعَالَى
لِمَلَائِكَتِهِ
انْظُرُوا
إِلَى
عَبْدِي
رَجَعَ
رَغْبَةً
فِيمَا
عِنْدِي
وَشَفَقَةً
مِمَّا
عِنْدِي
حَتَّى
أُهَرِيقَ
دَمُهُ
Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan;
demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.) (şöyle) buyurdu:
"Aziz ve Celil olan
Rabbimiz, Allah yolunda savaşıp da arkadaşları bozguna uğrayınca (harp'ten
kaçmanın) kendi üzerindeki vebalini düşünerek tekrar (düşman üzerine) dönen ve
kanı dökülünceye kadar savaşan kimseyi çok beğenir de meleklerine (şöyle)der:
"(Şu) Kulum'a
bakınız! Benim yanımdaki sevaba rağbet edip yanımdaki (âzabdan) korkarak (tek
başına düşmanla savaşmak için) geri döndü. Nihayet (bu yolda) kanı
döküldü."
İzah:
Ahmed b. Hanbel, I,
416.
Metinde geçen
"acibe" kelimesi lügatte, şaştı, hayret etti gibi mânâlara gelir.
Hafız Abdurrauf el-Münâvi bu kelimeye, "razı oldu", "güzel
buldu" manalarını vermiştir. İbnu'l-Esîr, Nihâye isimli eserinde bu
kelimeye, "Allah'ın yanında değeri büyük oldu" mânâsını verdikten
sonra taaccüb etme ve şaşma gibi durumların, hadiselerin sebeplerini ve aslını
bilmeyen insanlara mahsus olduğunu, hiçbir şeyin sebebi Allah'a gizli
olmadığından şaşma ve hayret etme gibi fiillerin Allah için söz konusu
olamayacağını bu sebeple bu kelimelerin Allah için kullanıldıkları zaman ancak
mecazi anlamlarda kullanılmış olabileceklerini ifade ediyor. Bizde bu açıdan
hareket ederek bu kelimeye, "Allah çok beğenir" diye mana verdik.
Bu hadisi şerif hakkında
Alkamî şunları söylüyor: "Savaşta arkadaşları bozguna uğrayan bir
mücâhidin, düşmanı yenmek için tek başına savaşa devam etmesinin müslehab
olduğuna, fakat vâcib olmadığına bu hadis-i şerif delildir. Nitekim es-Sübki de
şöyle demiştir: "Şayet, savaş meydanında tek başına kalan bir mücâhidin
savaşa devam etmesi sadece onun helakini mûcib olacaksa, o zaman kaçması vâcib
olur."
Görülüyor ki savaş
meydanında tek başına kaldıktan sonra düşmanı yenmek ve bunun sevabına erip,
harpten dönmenin vebalinden kurtulmak için savaşan bir kimse bu hadis-i şerifte
övülmüş fakat bu durumda kalan bir kimsenin harbe devam etmesine dair kesin bir
emir verilmemiştir. Ulemânın açıklamasına göre bu gibi naslar farziyyet değil,
müstehablık ifâde eder.
Hanefi ulemasından İbn
Abidin bu mevzuda şunları söylüyor: "Öldürme, yaralama yahut hezimete
uğratma gibi bir şey yaptıktan sonra kendisinin öldürüleceğini bilen bir
kimsenin tek basma düşmana hücum etmesinde bir beis yoktur. Nitekim Uhud
muharebesinde Nebiimizin huzurunda Ashâb-ı Kirâm'dan bir cemaat böyle
yapmıştır. Nebiimiz onları bu yaptıklarından dolayı medljetmiştir. Ama düşmana
hiç bir suretle zarar vermeden kendisinin öldürüleceğini bilen bir kimsenin
düşmana hücum etmesi caiz değildir. Çünkü bu şekilde saldırmada dîne hizmet
yoktur. Fakat şer'an susması için her ne kadar ruhsat var ise de kendisini
öldüreceklerini bilen bir kimsenin fasık olan müslümanlan fena fiillerden
neh-yetmesinde bir beis yoktur. Çünkü müslümanlar fasık olsalar bile kendilerine
emreden kimsenin emrettiği şeyin hak olduğuna inanırlar. O yüzden öldürdükleri
kimsenin öldürülmesi içlerinde derin tesir bırakır."[bk. Davudoğlu Ahmed,
İbn Abidin Terceme ve Şerhi, VIII, 381. ] Bezlü'l-Mechûd müellifi Şeyh Halil
Ahmed'in açıklamasına göre bu hadîs-i şerifle, "İnsanlardan öylesi var ki
kendisini Allah'ın rızasına satar”[Bakara 207] mealindeki âyet-i kerime
arasında bir ilgi vardır.